İçeriğe geç

Hapsetmek mi hapsetmek mi ?

“Hapsetmek mi, Hapsetmek mi?”: Kelimelerin Parmaklıkları Arasında

Bir kelimenin içinde bazen bir toplumun korkusu, bazen vicdanı, bazen de umudu gizlidir. “Hapsetmek” böyle bir kelime. Basit gibi görünür: birini bir yere kapatmak. Ama biraz kazıyınca, anlamın altında insanlık, adalet, özgürlük, güç ve sorumluluk yatar. Bugün “hapsetmek mi, hapsetmek mi?” diye sormak; aslında “hapsetmek zorunda mıyız, yoksa başka bir yol var mı?” demektir.

“Hapsetmek”in Kökeni: Kapının Kilidinden Kelimenin Kalbine

Türkçedeki “hapsetmek”, Arapça ḥabs (حبس) kökünden gelir, “alıkoymak, engellemek, tutmak” anlamındadır. Eski belgelerde “habsetmek” biçimiyle de geçer. Osmanlı döneminde “habs” yalnızca fiziksel tutukluluk anlamına gelmezdi; bazen “duygusal bastırma”, bazen “kendini tutma” anlamı da taşırdı.

Bugün, Türkçede “hapsetmek” hem hukuki hem duygusal hem de metaforik bir kelimeye dönüşmüştür.

Birini hapsetmek yasaların işidir; ama birini düşüncede hapsetmek, hepimizin.

Verilerle Gerçek: Dünya Hapis Nüfusu

Birleşmiş Milletler’in 2024 verilerine göre dünyada yaklaşık 11 milyondan fazla insan hapiste. Bu, her 700 kişiden birinin bir hücrede yaşadığı anlamına geliyor.

ABD, dünya nüfusunun yalnızca %4’üne sahip olmasına rağmen, mahpusların %20’sine ev sahipliği yapıyor.

Türkiye’de, 2000’li yıllardan bu yana tutuklu sayısı neredeyse üç katına çıktı.

Kadın mahkûmların oranı küresel düzeyde %6 civarında; ancak “toplumsal hapsetme” (sosyal dışlama, ekonomik baskı) açısından bu oran çok daha yüksek.

Veriler, “hapsetmek”in yalnızca duvarla değil, sistemle, zihinle ve kültürle de ilgili olduğunu gösteriyor.

Bir Hikâye: Hücrenin Ötesinde

Zeynep, 27 yaşında bir sosyal hizmet uzmanı. Kadın mahkûmlarla rehabilitasyon projelerinde çalışıyor.

Bir gün, yıllardır cezaevinde olan bir kadın ona şöyle diyor:

> “Buraya beni hapsettiler, ama asıl hapishane içimdeydi. Korkularımı bırakınca kapılar açıldı.”

Zeynep o günden sonra “hapsetmek” kelimesini farklı duymaya başlıyor. Çünkü kelimeler, insan hikâyelerinde ikinci bir anlam kazanıyor.

Birini hücreye kapatmak başka, birini önyargılarla kapatmak bambaşka.

Dilin İnceliği: “Hapsetmek mi, Hapsetmek mi?”

Sorunun içinde ironik bir yankı var. Belki de ikileme, kelimenin bedenî ve manevî iki anlamını sorguluyor:

Fiziksel hapsetmek: Suç, adalet, güvenlik sistemi.

Düşünsel hapsetmek: Etiketlemek, dışlamak, “sen değişmezsin” demek.

Birini fiziksel olarak hapsedebilirsin ama düşüncelerini susturamazsın. Ancak bir toplumu fikirle, korkuyla, sansürle hapsetmek; işte o, görünmeyen bir duvardır. Ve o duvar, beton değil, sessizlikle örülür.

Psikolojide Hapsetme: Duyguların Hücresi

Psikoloji bu kavramı “bastırma” ve “kontrol” bağlamında ele alır. İnsanlar bazen kendi duygularını, öfkelerini ya da travmalarını hapsetmeyi seçerler.

Kısa vadede bu bir savunma mekanizmasıdır; ama uzun vadede içerde büyüyen bir yankı olur. Psikologlar bu yüzden “duygularınızı hapsetmeyin” der — çünkü bastırılan her şey, zamanı geldiğinde başka bir biçimde dışarı çıkar.

Teknoloji Çağında Yeni Hapishaneler

Bugün hepimiz elimizdeki ekranların içinde biraz “hapsolmuş” gibiyiz.

Ortalama bir yetişkin, günde 7 saatini dijital cihazlarla geçiriyor.

Sosyal medya algoritmaları, düşüncelerimizi görünmez duvarlarla çevreliyor: sadece bize benzeyen fikirleri göstererek bir tür fikir hapishanesi kuruyor.

Bu, fiziksel parmaklıkların olmadığı ama kaçışın daha zor olduğu bir hapis biçimi. Özgürlüğü elimizle kaydırıyoruz, farkında bile olmadan.

Sanatta “Hapsetmek”: İfade ile Sınır Arasında

Edebiyat ve sinema, hapsetme temasını sık sık yeniden yorumlar:

Victor Hugo’nun Sefiller’inde Jean Valjean, toplumsal sistemin görünmeyen hücrelerinde dolaşır.

Franz Kafka’nın Dava’sı, bireyin modern bürokrasiye karşı çaresizliğini gösterir — yani “sisteme hapsolmayı.”

Türk sinemasında Duvar (Yılmaz Güney) veya Pardon (Ferzan Özpetek) gibi yapımlar, “adalet” ve “hapsedilme” kavramlarını toplumsal yüzleşmeye dönüştürür.

Sanat, “hapsetmek” eylemini anlamdan kurtarır, insana geri verir.

Veriler, Hikâyeler, Gerçekler: Hepsi Aynı Soruda Buluşuyor

Bugün “hapsetmek mi hapsetmek mi?” sorusu; “suçluyu cezalandıralım mı, yoksa iyileştirelim mi?” tartışmasının da merkezinde duruyor.

Norveç’te yapılan bir araştırma, rehabilitasyon odaklı ceza sistemlerinin tekrar suç işleme oranını %20’nin altına düşürdüğünü gösteriyor. Buna karşılık, katı kapatma politikalarının uygulandığı ülkelerde bu oran %60’a kadar çıkıyor.

Yani bazen hapsetmek, korumak değil; tekrar üretmek anlamına geliyor. Suçu değil, çaresizliği çoğaltıyor.

Son Söz: Kimi Kimi Hapsediyor?

Belki de soruyu ters çevirmek gerek: Biz mi insanları hapsediyoruz, yoksa sistem bizi mi?

Hapsetmek bir eylem ama aynı zamanda bir ayna. Neyi, kimi, neden hapsettiğimize bakınca aslında kim olduğumuzu görüyoruz.

Peki sen ne düşünüyorsun?

Birini, bir fikri, bir duyguyu hapsetmek bazen gerekli midir?

Yoksa özgürlük, hatalarıyla birlikte yaşama cesareti midir?

Yorumlarda buluşalım; birlikte şu kelimenin kapılarını biraz daha aralayalım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort megapari-tr.com deneme bonusu
Sitemap
elexbet girişpartytimewishes.netbetexper güncel girişsplash